TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA HAKAN FİDAN MODELİ: OPERATİF-DİPLOMATİK HİBRİT YAKLAŞIMIN İNŞASI
TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA HAKAN FİDAN MODELİ: OPERATİF-DİPLOMATİK HİBRİT YAKLAŞIMIN İNŞASI
Hakan Fidan, 2010’da MİT’in başına geçtiğinde, kurum büyük ölçüde klasik insan istihbaratı ağırlıklı bir yapıdaydı. Teşkilat içerisinde modern istihbarat teknik ve yöntemlerine ayak uydurmak için bir modernizasyon süreci başlatan Fidan’ın ilk stratejilerinden biri MİT’in yurtdışı operasyon yeteneğini genişleterek, sınır ötesi insansız hava araçları (İHA/SİHA) destekli istihbarat toplama ve nokta operasyon kapasitesini artırmak oldu. Bu stratejinin gereği olarak siber istihbarat, sinyal istihbaratı (SIGINT) ve veri analitiği altyapısının kurumsallaştırılmasının ardından özellikle Orta Doğu, Kafkasya ve Afrika’da istihbarat kanalları üzerinden Teşkilat’ın kriz yönetimi ve arabuluculuk yetenekleri geliştirilmiştir.
Burada önemli olan nokta ise Fidan döneminde MİT’in operatif ve proaktif kurum imajının ortaya çıkmasıdır.
Hakan Fidan’ın Türk dış politikasındaki etkisini anlamak için öncelikle Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) başkanlığı dönemine bakmak gerekir. 2010 yılında göreve gelen Fidan, Teşkilatta kurumsal modernizasyon, teknolojik kapasite artışı ve uluslararası iş birliklerinde esnek ama etkin bir yapı inşa etmiştir. Bu süreçte, MİT’in yalnızca bilgi toplayan bir kurum olmaktan çıkıp, stratejik analiz üreten, kriz yönetiminde aktif rol üstlenen ve diplomasiye doğrudan katkı sağlayan bir devlet aygıtına dönüşmesi ise dikkat çekmiştir. Fidan’ın liderliğinde MİT, bölgesel çatışmaların merkezinde yer alan aktörlerle doğrudan temas kurabilen, sahada operasyonel etkinlik gösterebilen ve gerektiğinde diplomatik müzakere süreçlerini destekleyen bir konuma gelmiştir. Özellikle Suriye iç savaşı, Libya’daki siyasi kriz ve Azerbaycan-Ermenistan çatışmalarında, istihbarat ve diplomasi arasındaki koordinasyonun güçlendirilmesi, Türkiye’nin uluslararası alandaki etkinliğini artırmıştır. Bu dönemde edinilen saha tecrübesi, Fidan’ın Dışişleri Bakanlığı’ndaki vizyonunun temel taşlarını oluşturmuştur. MİT’teki 13 yıllık görev süresi boyunca edindiği bu birikim, Fidan’a yalnızca güvenlik ve istihbarat perspektifinden değil, aynı zamanda bölgesel güç dengeleri, diplomatik psikoloji ve çok boyutlu kriz yönetimi konularında da derin bir deneyim kazandırmıştır. Bu sayede, Dışişleri Bakanlığı’ndaki ilk adımlarında bile klasik diplomasi ile istihbarat temelli stratejiyi uyumlu bir şekilde harmanlayan bir yaklaşım sergileyebilmiştir.
Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanlığındaki yaklaşımı, istihbarat kökeninin getirdiği pragmatik, veri temelli ve hızlı karar alma refleksleri ile şekillenmektedir. Bu durum, Türk dış politikasının son yıllarda görülen operatif-diplomatik hibrit modele evrilmesinde ise belirleyici olmaktadır. Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanlığı’nda öne çıkan en belirgin yeniliklerinden biri olan bu operatif-diplomatik hibrit yaklaşım sahadaki operasyonel gerçeklik ile diplomatik masadaki müzakere süreçlerini birbirinden kopuk değil, birbirini tamamlayan unsurlar olarak ele alır. Fidan’ın MİT geçmişi, ona kriz bölgelerinde yalnızca diplomasiyle değil, aynı zamanda yerinde operasyonel kapasiteyle de sonuç alabilme yeteneği kazandırmıştır. Bu modelde, istihbarat bilgileri doğrudan diplomatik pozisyonların şekillendirilmesinde kullanılır; saha verileri ile müzakere argümanları arasında dinamik bir akış sağlanır. Böylece Türkiye, hem hızlı reaksiyon gösteren hem de stratejik hedeflerini uzun vadede güvence altına alan çok boyutlu bir dış politika pratiği geliştirebilmektedir. Bu hibrit model, özellikle çok kutuplu ve yüksek rekabetli uluslararası ortamda, Türkiye’nin etkisini artıran önemli bir kaldıraç işlevi görmektedir. Bu bağlamda, Fidan dönemi Türk dış politikası, klasik diplomasiden farklı olarak “operatif diplomasi” ve “istihbarat destekli dış politika” anlayışını ön plana çıkarmıştır. Bu yaklaşım, Türkiye’nin bölgesel güvenlik politikalarını yeniden şekillendirmesine, güç projeksiyonunu artırmasına ve uluslararası platformlarda daha etkili bir rol oynamasına imkan tanımıştır. Dolayısıyla, Fidan dönemi, yalnızca MİT’in kurumsal dönüşümü açısından değil, Türkiye’nin dış politika paradigmasının evrimi açısından da kritik bir dönemeçtir.
Bu “operatif-diplomatik hibrit yaklaşım”, modern uluslararası ilişkiler literatüründe integrated statecraft olarak adlandırılan konseptle büyük benzerlikler göstermektedir. Bu model, diplomatik süreçlerin sahadaki operasyonel kapasiteyle eşgüdüm içinde yürütülmesini esas alır. Eski Roma devlet adamı Cicero’nun “Salus populi suprema lex esto” (Halkın güvenliği en yüksek yasa olmalıdır) sözü, bu yaklaşımın temel felsefesini yansıtır: Devlet, hem masada hem de sahada halkının güvenliğini ve çıkarlarını eş zamanlı korumak zorundadır. Tarihsel olarak bakıldığında, bu hibrit yaklaşım yalnızca modern döneme özgü değildir. Örneğin, Osmanlı İmparatorluğu’nda Kanuni Sultan Süleyman devrinde, diplomasi ile saha operasyonlarının senkronize yürütülmesi, Avusturya ve Safevîlerle olan ilişkilerde belirleyici olmuştur. Benzer şekilde, II. Abdülhamid döneminde istihbarat ve diplomasi arasındaki etkileşim, imparatorluğun uluslararası konumunu korumasında kritik rol oynamıştır. Fidan’ın modeli, bu tarihsel mirası modern jeopolitik koşullara uyarlamaktadır.
Fidan’ın operatif-diplomatik hibrit anlayışı, özellikle Karabağ Savaşı (2020) ve Libya iç savaşı süreçlerinde net biçimde gözlemlenmiştir. Bu dönemlerde sahadan gelen istihbarat raporları, Türkiye’nin diplomatik pozisyonlarının belirlenmesinde doğrudan etkili olmuştur. Bu yaklaşım, Clausewitz’in “savaş, politikanın başka araçlarla devamıdır” ilkesini tersine çevirerek, operasyonel kapasiteyi diplomasinin hizmetine sunan bir paradigma yaratmaktadır. Böylelikle Türkiye, uluslararası sistemin çok kutuplu ve yüksek rekabetli doğasında hem hızlı taktik kazanımlar elde edebilmekte hem de uzun vadeli stratejik hedeflerini güvence altına alabilmektedir.
Yazar: Tuğba Koç